HAKARET "ETKİNLİKLERİ"
Özer ATAÇ

Özer ATAÇ

HAKARET "ETKİNLİKLERİ"

30 Ocak 2016 - 15:50

Sayın Üstad Süleyman Karagülle nin son makalesi " Devlet Başkanına Hakaret Edilemez" üstüne katkı ve eleştirilerde bulunmak istiyorum. Hemen belirtmeliyim: Hakaret, birçok dinde uygunsuzluk olarak görülmektedir. Yine hakaret, tıkanmışlığın, çaresizliğin, yol bulmazlığın, tahrik ile yol arayışın dili olduğuna inanıyorum. İnsanlar Allah'a inanadıklarını beyan ettikleri ve maddi çaresizliklerle yüzleştikleri zamanda dahi Allah'ın önerdiği tutumdan uzak kalabiliyorlar. İçsel, dışsal olarak bu "dokunulmaz" kavramlara her türlü söz söyleyebiliyorlar.

"Sayın Kılıçdaroğlu, Devlet Başkanımıza saldırmakta, ona hakaret etmeye devam etmekte, "tarafsız olmalısın" demektedir. Söyledikleri doğrudur. ‘Muhterem Başkanımız, Tarafsız olmalısınız’ deme hakkına sahip olabilir. Ama hakaret edemez.                                                                                                                                                                                           Devlet Başkanına hakaret, devlete hakaret kabul edilmiş; Anayasa ve kanunlarımızda cezalandırılmıştır. Devlet Başkanına her gün hakaret edenin susturulması yönetimin görevidir. Bu Erdoğan’ı korumak için değil devleti korumak içindir. Kaldı ki Anayasamız Devlet Başkanına; "kurumlar arası dengeyi sağlama görevini vermiş ve bunu sağlamak için kendisine her türlü yasadışı hareket etme yetkisini vermiştir."

1- Gücün tabiatında bir çok şey var; merhamet,adanma, danışma,  hoşgörü,paylaşma, diğerkamlık, empati,çoğulculuk, alçak gönüllük; tanımama, kişisellik, alınganlık, hoyratlık, kibir, acımazlık,tektiplik,söz dinlemezlik, büyüklük,biriktirme,aldırışsızlık,kayırma. Bütün bunlar,    insanlığın en büyük birikimi olan devlet mekanizmasının, hükümran olduğu halkın, coğrafyanın tüm zenginlikleri ve gücünün toplamını; yönetim paydaşları olan bürokrat ve seçilmişlerden; yasal, kültürel;    içsel ,dışsal barajlarından eleyerek  seyreltip  ortaya çıkar.

Üstün özelliklerle süslenmiş, aşağı çirkinliklerle "yüklenmiş" insan; bu kadar yetki ve etkiyle hizaya çekilmesi adalet vicdan hukuku ve kuvvetler ayrılığının gözetimiyle gerçekleşebilir. Oysa insan mükemmel olamayacağından, dengeyi bulması, bulsa dahi sürdürmesi  müşküldür. Cumhurbaşkanımızın tercihlerini kendi adalet ve toplum anlayışlarının yıkımı olarak gören kesim; çareyi sabır dışı yöntemlerde araması; arayışında zorlanması, zorlanmasının açmazlara dayanıp çaresizlikle karşılaşması… sonucu "ikna" yöntemi yanında; tahrik "yöntemini" edinmesi, siyaset dünyasında  olagelendir.

Diğer taraftan, Devlet tüm yasalara rağmen bireyler için tekinsizdir.  Devlet ile   halkın gözde makamlarının örtüştüğü zamanlar ”çok azdır”. Tıpkı ruhsal bilginin peşine düşenlerin  karşılaştığı yanıt veya “aldatıcının”  saptırması gibi. Ak Parti iktidarının taraftarları böyle zamanlarda yaşadıklarına inanıyorlar.Toplumun büyük kesimi kendini temsil eden yöneticilerlerin Devlet aygıtında yetkilendiğini düşünüyor. Aynı şekilde Devletin üstündekileri küçük bir silkelenmeyle fırlatabileceğini de tarihi tecrübeler unutturmuyor.  Muhalif  kesimin bir kısmı bunun tam tersi olan bir duruma; halkın inanç ve yüce değer ve duygularının istismar edilerek  Ak parti nin iktidarda durduğunu söylüyorlar.

Yıllardır iflas eden bütçenin yakası bir araya gelmesi, savlanan istismarların çok üstünde etki yaptığını göremiyorlar. Bu nasıl iş!? “Bunca alt yapı yatırımın kaynağı bu devlette vardı da şimdiye kadar nereye saklanmıştı?!”  Diyeceklerine, Devletin  iskeletinde yıllarca beslenmiş bürokratik oligarşiyi alt edememiş Ak Parti iktidarına  işbirlikçi darbe yasalara uymasını telkin ediyorlar.buna da “hukuk devleti”  diyorlar. Yasalara uyanları, yasaların değiştirilmezliğine bağlamış   Bürokratik Oligarşinin setleri sallanıyor. Çünkü emeğin üretimin kaynağı halkın talebi bu.

Hakaret; yasaları, temel yasaların kaynağı olan  halkın iradesiyle değiştirmeye çalışan iktidarı durduramayan muhalefetin,  demokratik “taktiklerinden” biri. Amaç gücü yatağından çıkaracak taşkınlığa zorlamak. Hakaret, demokrasinin  nezaketsiz alanlarına ait yöntem olması gerçeği; diğer taraftan devlet  makamları rencide etmesi  düşüncesi ve  cezalandırılma talebi Ak parti nin hedeflediği vatandaşın  dokunulmazlığına   olumsuz vurulan darbedir.

Hakaret ise kimseye yapılmamalı; değil insanlara hizmet etmek için ihdas edilmiş devlet mekanizmanın  yüceltilmiş makamlarına!  Şayet “o makamlar milyonlarca şehidin ve yaşayan insanımızın manhevi makamıdır; bu yüzden onlar içindeki insanlarla değil, adanmışların toplandığı değerle temsil edilmektedir.” Bu da diğer yüceltmelerden öte değildir; çünkü eni sonu yaşayan insanın ötesi değere yoktur. Veafat etmiş, adanmış , yaranlanmışlar ise özverilerinden dolayşı geride kalanlara bir şeyler bırakmışsa eğer yaşayanların emek ve birikimlerinden onlara veya nesillerine sahiplenmek düşer. Diğer taraftan adanmışların bıraktıklarından mutluluk duyamayan  yaşayanlar için ödenecek bedeli veya paylaşılacak değerleri açmıyorum.

Anayasamızda “devlet vatandaşın gönençli (güven, emniyet, sağlık, huzur)mutluluğunu sağlamakla ödevlidir” hükmünün peşine, dört yılda bir önümüze konulan sandıklara atacağımız sermayenin eleğinden geçmiş temsilcilerle  düşerek bulacağımız umudu; devletin üst makamlarına yüklenen anlamlardan farkı olmadığını düşünüyorum.

Özetle Yaradan’dan başka yargılayacak yoktur; olursa adalete ve teslimiyete ulaşmak istisnadır.

“1970’lerde Tek Yol Dergisi’nde bir yazı yazmış, bu hususu hatırlatmış, Cumhurbaşkanı serkeşlik yapan Genelkurmay Başkanını vurabilir, sorumlu olmaz diye yazmıştım. Yazıhanemize iki albay gelmiş ve "Biz derginizi okuyoruz, bunu tekzip edin" demişlerdir. Biz de "Bugünkü Genelkurmay Başkanını kastetmedik" olarak tekzip ettik. Dergimiz çıkmaya ve ben yazmaya devam ettim. Ben bir şeyi söylerken Kur’an’a dayanarak söylerim ve 50 sene sonra da aynı şeyi söylerim.

2-Bu “tesadüf” müdür? Yoksa görevden düşmeyi bekleyecek önlem midir bilinmez. Ancak “yüce “ makamların bir silahalı olanları konusunda söylem oluşturmak Zeyeriya peygamberin ağacına adıylığımız için öne çıkmaktan farkı yoktur. Cumhurbaşkanına Anayasada yazan “sorumsuzluğuna”; halk dilindeki sorumsuz anlamı ancak bu kadar yüklenir diyesim geliyor. Üstad, herkes eni sonu savaşacaktır; güç yine galip gelecektir” durağında konut yaparak, insanlığın en nihayet birileriyle savaşacağını öngörmesi ; savaş görmüş neslimizden olduğunu hatırlatıyor. Sorumsuz Cumhurbaşkanı nasıl olsa asker olacak; önlenemez ihaneti gördüğünde çekip öldürecek! Pes!..Bu Adil Düzen’de doğa esinlerini anımsatıyor doğrusu; “büyük balık küçüğü öğün yapar.”

Geldiği nokta Makamın dokunulmazlığından, makama erişenin dokunulmazlığıdır. Bu “iş” ten adelit vicdan çıkarmak; padişahlığı getirmekten  daha zor.

“Benim Turgut Özal’a saygım vardı ama cumhurbaşkanı olmasını istemedim. Abdullah Gül’ü sayar ve severim ama onun cumhurbaşkanı olmasını istemedim. Sivil bir kimse cumhurbaşkanlığı yapamaz. Bunu ben kendiliğimden söylemiyorum. Abdullah Gül seçilmeden önce ESAM’da verdiğim konferansta bunu delillerle açıkladım. Erdoğan’a oyumu verdim, çünkü başka yapacağım bir şey yoktu, Devlet Başkanı olacaktı. Ben Kılıçdaroğlu veya Bahçeli gibi karşı çıksaydım ve sonra o makama oturduğu zaman ben, Türkiye’den göç ederdim.”

3-Demek ki Cumhurunbaşına seçilenin sivilliği hicret gerekçesi olamaz. Devletin Askeriyle Sivil güçlerinin dengesini, sivillerin askerlere danışarak hazırlayıp halktan onay aldığı anayasayagöre seçilen asker kökenli cumhurbaşkanı olması; asker kökenli millet reflekslerimizin yatışmayacağından kaynaklandığını Üstad Karagülle’den çok işittim. Şimdilerde Yalçın Küçük, Doğu Perinçek’te benzer şeyler söylüyor. Demek ki asker kökenli olmak tan öte asker mesleğini seçmeliymişiz. Silaha yakın olmak gönenci dolayımlamamak  oluyor. İnsanlığın barış içinde kalması genel, savaşması istisna olması gerekirken; savaşın şiddetinden dolayı savaşacak askerleri genel düzenin başında hakim kılmak tartışılması gereken paradokstur.Öyle sanıyorum ki  Adil Düzen,  bu paradoksun içindedir.

“Cumhurbaşkanı dışında herkes Türkiye’de Anayasaya ve bütün kanunlara uymak zorundadır. Cumhurbaşkanı vatana ihanet edemez. Onun dışında ülke için gerekli gördüğü her türlü uygulamaları yapabilir. Hukuk devlet varsa vardır. Devletin olmadığı yerde hukuk olmaz. Devletin varlığı da başkanın iktidarı ile sağlanır. Ona saygılı olmak zorundayız. Diyelim ki bu anayasa maddesi hatalıdır. Değiştirmek için çalışırız ama değişinceye kadar ona uymak zorundayız.”

4-Peygamberler dahi getirdikleri buyruklara uyarken!?bunları söyleyebilmek iman ötesi tutunmaları  anımsatıyor.”Vatana ihanet” her kes edebilir ama Cumhurbaşkanı etmez! Peki, Padişahlar nasıl etmiş sayılıp öldürülebiliyorler. Tarihte kaydı çoktur. Onbeşinci yüzyıl hristiyan kurumlarını çağırıştırıyor.Devletin varlığını başkanın iktidarıyla sağlanması Pratimitin üçgen tavan taşını aynı piramit olduğunu savlamak demektir; doğru o da pramittir; fakat o konu pramit değildir. Tıpkı sade vatandaş gibi.  Biz uyacağız ama Cumhurbaşkanı o yasalara uymayacak; biz değiştirinceye kadar uyacağız ama Cumhurbaşkanı uymayacak!? Peki, ötesini  okuyuculara bırakıyorum.

“Devlet Başkanı sorumlu değildir ama Devlet Başkanı doğrudan bir iş yapmaz. Yanında bir bakan bulundurur, ona yaptırır. Başkan sorumlu olmaz, bakan sorumlu olur. Eğer Başkan hatalı konuşmuşsa sorumlusu onu yayınlayan yetkililerdir. Savcıya ihbar edilir. O görevli veya o bakan sorumlu olur. Dolayısıyla Erdoğan’ın söylediklerinden Erdoğan değil de ona bu imkânları hazırlayanlar sorumlu olurlar.”

5- “Sorumlu değil; öldürsürse de..” den sonra; birisine emir verir; o sorumlu olura “yükseldik.” Aşamadır, küçümsenemez. Hadi emir verdiğini değil de onu seçene doğru ilerletelim. Vatandaş cumhurdan ve başkanını seçenden değil mi?! Devletin bütünlüğü, bölünmezliği yine bu kurumların temelinde hükme alınma mışmı? O halde buradan o yetkileri vatandaşa neden götüremiyoruz?!  Milyonlarcada bunu oluşturmak işin içinden çıkılmaz; lakin çiğneyecek biri varsa; herkesin seçebildiği olsun’ a vararak; içimizdeki kural tanımazlığa Cumhurbaşkanlığı makamından hava penceresi açmış olmuyor muyuz?! Cumhurbaşkanı da bir insan; basit vatandaş gibi. O Makamda basitliği ve sorumluğu üstlenmek neden devleti zayıflatsın ki?! Olmaz!? Padişah, Kral, Ulu zat bulma dürtülerimiz de yaşasın değil mi?!

Recep Tayyip Erdoğan sade bir vatandaş olduğu için; doğallığı sebebiyle hala seviliyor. Kızıyor ve kontra atak konuşuyor. Halkta bunun ağırlığı ve değeri var. Ötesi ona yakışmaz, yakıştırılıyor.

Rahmetli Özal için de öyle denmiyor muydu? “Sivil bizden Cumhurbaşkanı”…

“Ne var ki bakanlar da ancak Meclis’in ekseriyetle güveni kaldırması halinde sorumlu olurlar. Bence bu husus yanlıştır. Bir bakan veya üst yetkili kanunlara aykırı hareket ettiği zaman siyasi parti başkanları grubu olan partiler doğrudan adil yargıya gidebilmelidir. Ama sorumlu yine devlet başkanı olmamalıdır.”

6-Oysa ; “O gün kişinin elleri ayakları  konuşacak; bana şöyle şöyle işler yaptırdı, diye”Şu dokunulmazlık takıntısı Kur’an da dahi esnetilirken; üstadın ısrarını insan yontusu devlete düşkünlüğüne vermek zorunluğuna düşüyorum. Zor zamanlarda acıkan güçlü devletçe yenilebilecek.. Bunu Allah elçisi Muhammedin arkadaşı Ömer; eski kınadığı işlerden saymıyor muydu? Başkan, hem bakanlarını seçecek, hem de onların yaptığından sorumlu olmayacak!?

“Askerlikte merkezi yönetim olduğu için sadece ve sadece Genelkurmay Başkanı aleyhine dava açılabilmeli ve yalnız yüce divanda muhakeme edilmelidir. Bu da cumhurbaşkanı izin verirse yapılabilmelidir. Devlet Başkanı ve ordu eğer anlaşmışsa yapılacak bir şey yoktur. Kaderimize küsmeliyiz. İster katlanırız ister ülkemizi terk ederiz.”

7-“Her nefis ölümü tadacaktır.” Nasıl olsa bu eğreti yaşamdamı terk edeceğiz. İşte gerekçelerinden biri de bu yapılanmalardır. Çünkü devlet varsa;   kutsal mahdumları da olacaktır. “Yeryüzünün geniş” olması uzay seyahatlerine çıktığımızda yaşantımıza uyumlanacağa benziyor;bekleyeceğiz; boşuna “terk”s masrafları yapmayalım.Sonuç aynı olacak.

“Bu şartlar altında Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin parti başkanlığında kalması şöyle dursun, Türk vatandaşlığından çıkarılması gerekir; yahut kendilerinin gitmesi gerekir. Selahattin Demirtaş da maalesef aynı durumadır. Ordu bugün PKK ile savaşmaktadır. Ordumuz haksız olabilir ama ordumuzun yenilmesi demek, devletimizin yıkılması demektir. Bir parti lideri çıkar da karşı cephede yer alırsa, devlete kastetmiş demektir, artık onun bu ülkede barınma hakkı yoktur.”

8-Eski dönemlerde işgal edilen yurtların tapınakları ve tanrıları da yıkılırdı. O zaman o ülke ele geçirilmiş ya da direnme umutları kırılmış sayılırdı. Devletin insandan yüceliğine yönelik bütün söylemler acı üretmeye mecburdur. İster adalet ister diğer devlet türlerinden olsun; çünkü  insan yapısıdır; fakat insan Allah’ın  yarattığıdır.

Muhalefet partileri ve liderleri için terk önermek; Neocon Bush’un “ya bizdensiniz ya da düşmanımızsınız” söylemiyle aynıdır. Empatinin, uydurma bir vicdan yatıştırıcısı olduğuna inanacağım geliyor. Bir şeyin yerinde olmanın ötesi yargı yoktur; çünkü yaşam bizahi tek tek bireylerin her anında soluduğu yargıdır. Yargı olmasaydı biz olmayacaktık.

“Türkiye’de AK Parti’den başka parti kalmamıştır. Bu da tehlikeli bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Başkanlık sistemi ülkeyi diktatörlüğe götürmez, tek parti götürür. Bu üç lider ülkelerini seviyorlarsa, halklarını seviyorlarsa, Türkiye’de demokrasinin kalmasını istiyorlarsa, hemen istifa etmeli ve ülkemizin diktatörlüğe gitmesine imkân vermemelidirler.”

9-Pek güzel. Tek parti tehlikeli, Tek sorumsuz idareci gerekli!?. Ülkeyi sevmek; halkın eksiksiz, sürekli katılımının yöntemlerinden olan demokrasiyi savunmak demektir.Demokrasi ve Devlet ikilemine düşmeyeceğiz; çünkü halkın rızasına yakın oldukları sürece; üreten, çalışan, vergi ödeyen,  düşünen halka   hizmet edici yöntemlerden sayılacaklardır.

Hizmet, beğenildiği sürece makbuldür. Halkına hizmet etmeyen devletten Allah’a sığınırım.

YORUMLAR

  • 0 Yorum