Özer ATAÇ

Özer ATAÇ

BEKA (I)

19 Mart 2018 - 10:06

Başlık hakkında: Bilimsel veriler, beka  terimin Beka Sorunu’na dönüştürse de  metafiziğin ‘tutulmazlığı’ onu   yanına alıp kulvarında tekil ve engelsiz ilerlemesini  sağlayacaktır.  Yazı üç bölüme ayrıldı; birinci bölümde esinlenilen Harari’nin Tüürkçeye çevrilen iki kitabına yapılan özeti paylaştım.

 

Birinci alt başlık:  “Her canlı ölümü tadacaktır.”

“Birbirinize düşmanlar olarak yeryüzüne inin!”  Demek ki süreç belli!  “Maç doksan dakika.”

Doğrulayıcı ifade  yetişiyor : İnsanlığın indirildiği yeryüzünde (Homo Sapiens),  birbirine  düşmanlığının bitmeyeceği anlaşılıyor. Süreli de olsa “beka”yı burada anabiliriz.  Birbirine kastetmiş kıtalar, bölgeler, uluslar, devletler; kümeler, organizasyonlar…bireye kadar inip, tekrar yukarıya büyük topluluklara  acıyı kini yitikliği taşıyarak yaşatacak; sonra tekrar, tekrar.

İkinci alt başlık:  “ Ölümü öldüren Barıştır”.

Barışı isteyen, seven, onun gerçekleşmesi için  emeğini, yaşamını adayan kimselere barışçı denir.

İnsanlık ve onu kuşatan varlık için barış, aklın gereğidir.

Salim akıl, esenlik ister.  Çünkü esenlik,  aklın şerefli/ahsen/güzel  yönde gelişmesini sağlar.

“Beka bunun neresinde?” diyesiniz mi var?!

- Haklısınız!

-Ewet,  akıl, vicdan ikilisinin özgür seçimi ile  bireysel kimliğe erip,   insanlığını deneyimler.  Eğer esenliğe ulaşırsa, kısa yaşamı,   içinde yaşadığı sonsuzluğa galebe gelir.  Yani geçici şeylerin bekası olmaz;  onlara adanmak yanılmadır; yine de  onların bekasını sağlamak   için güdülen çaba kitleler için  çift taraflı kılıçtır. İşin doğrusu insan ‘evrensel bekaya’  layık olmak için yaşar.  Anlaşılacağı üzere evrensel beka yaradılanlar için kullanılmamıştır.

Diğer taraftan ancak  Yaradan’a ait olabilecek bu terim,  mutlak anlamda  insanın  varlık sebebidir. İnsan, kendisi ve önemsediklerinin geçiciliğini bilip,   bireyden insanlığa,  “ahseni takvim”e  erişme çabasının  yetersizliğine  rağmen, şerefli olma yolunda  ömrü yettiğince kalabilmelidir.    Yineleyelim:  Şerefli tercih  barışçı olmaktır. Ayrıca her şeyin  geçici olduğu bir evrende kalıcılığın mı  savaşını vereceğiz; sonucu ne olursa olsun  kazanılan zaferlerle umulan özlemler de geçici!.

Soru şöyle gelir:

-Ne yani ortalığı çapulculara mı bırakalım?!

Yeri gelmişken açıklamalarımızı “iyilerin kötüleri savması” eylemiyle karıştırılmamasını diliyorum.

Sınırlı ömürlü  varlık,  sonsuzlukla bu kadar ilgilenmesi, kitleleri ilgilenmeye  teşvik etmesi  ilginçliği  karşı konulmaz.

Edebali insanı gelecek için değil, yaşadığı an için kıymetli bilip; bu kıymeti yine ancak insanın bilmesini zorunluğunu; devletin bu iyilikte araya girip kendine görev ,yetki ‘kaparak’; sonra her şeyin başına  geçebileceği uyarısı  hep öğreticidir: ”İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!.”

***

“Her şey tekâmül etmektedir.”

Homo Eroctus tan Homo Sapiens’e ‘eren’(*); fakat  hayvansılığını  yok edemeyen insanın; kesinlikle “ölümü tadacak” olması,    birbirini öldürme güdüsü  ‘henüz’ peşini bırakmadı.  Ölümü tatmak;  anlardan oluşmuş yaşamı için geldiğinde kullanma fırsatı olmayan uyarısı. Ölüm bir anlık, o andan sonra yaşam telafi edilemez.     Sonrası, hak edişin  takdir ‘kreasyonları.’

Ölümün kaçınılmaz olduğu yaşam Bu yaşamda  beka olanaksız.   Geçicilikte sonsuz bağlar kurmak tamamen içsel bireysel tercihleri çağrıştırıyor. Akan nehir duruluncaya değin ‘ölümle’ tanışmayacak. Sağlıklı, genç  hedefine koşarak ilerleyen nehir, denizi buluncaya kadar öleceğinin düşünmez.  Deniz akışın öldüğü diyardır. Orası akışın derin ritmi olan salınımla ısınıp buharlaşmanın diyarı. Deniz ulaşmadan suyun tutulması suyun bekası değildir; çünkü doğanın suya takdiri dönüşümdür.    “Akan nehirde iki kez yıkanılmaması” bekaya adananların bekayı aşmasını gösteriyor. Evrensel yasalara uyum,  iradenin bu yasalara katılımı, teslimiyeti, adanmasıdır. Adananlar, bekayı korunması gereken kalıcılık değil, kesintisiz, karşı konulmaz   değişim  olduğunu anlayanlardır. Varlıkta  gürlük evrensel yasalara uygun davranmayla oluşur.



Beka arzusu   sonsuzluğa öykünmedir. İdeal koşullara erişip,  o koşullarda kalma, tutunma  isteği;  o koşullara ulaşma çabasının “molasından” kaynaklanır;   kalıcılık “başarılıp”,  takdir süresini aştığında öngörülen yarardan çok  zarar meydana getirir. ”Mola” sürekli kalıcılığın emarelerinin nüksettiği başarı aralıklarındaki değerlendirmelere atıftır.   Bir zamanlar Çinliler ABD için “güzel ülke”, dolar için “güzel para” diyorlardı; belki hala söylüyorlar. Beka isteği de öyle. Benlikler için ölümün aşılmasını, “göklerin çeperini  sultan ile aşılmasına”  benzetiyorum. ‘Sultan’, adanmadır.

 

(*)YUVAL Noah HARARI, Homo Deus kitabında insanın kendini yeniden inşa ederek; özündeki tanrıyı adeta kendinde gerçekleştirmeye koyulduğuna dair çalışmalarının çıkarılan özetini paylaşıyorum.

“Zalim ve tehlikeli Sapiens, savaşların ve çevre felaketlerinin yaratıcısı hâline gelerek kendi türünü yok edecek kadar gözünü karartıyor.

Öncelerde avcı toplayıcı olan, ardından alet edevat yapımına girişen, ekip biçen ve refah toplumunu yaratan Sapiens, Harari’nin deyişiyle büyüyor: “Hikâyeci ve gezgin Sapiens, hayvan krallığındaki en önemli ve yıkıcı güç hâline geliyor.”

Harari, Sapiens’in hızlı büyümesini anlatırken yaratıcı, yapıcı ve ehlileştirici taraflarından da bahsediyor; hayvanları evcilleştirirken ileriye taşınacak dev yapılar inşa ediyor. Yazara göre bunlar, Sapiens’in taşıdığı gelecek kaygısıyla bağlantılı. Tarlayı sürmek ve mimariye bulaşmak, ileriyi düşünen Sapiens’i beri yandan hem paylaşımla ilgili hem de varoluşsal savaşlara sürüklemişti.

Tanrı’ya ve geleneğe uyumlu olanın kabuğunu kıran Sapiens, kendine has bolluk için çatışmaya girdi, yarattığı adaleti hemen çiğnedi, doğal olanla doğal olmayan yollarla savaştı. İmparatorluklar kurarak yeni sınırlar oluştururken para için “kutsal” işgaller planladı. Pek çok hastalığı iyileştirsin diye icat ettiği para, taze hastalıkları tetikledi.

Sapiens’in vites arttıran zihinsel devrimi, kuşkucu kralları, birbiriyle çekişen imparatorlukları, gerilen insan ve toplumları art arda sıraladı.

Hırslı Sapiens”

Sapiens’in, yeryüzünü herkesin iyiliği için denetim altına alma ideali, ayırımcılığı beraberinde getirdi; “biz” ve “onlar” ayrımı, yabancı düşmanlığını körükledi. Üstelik bu ayrışmanın zeminine kültürel kodlar yerleştirildi: “Biz” yapılamayan “onlar”ı çemberin dışına itme eğilimi, tarafgirliği belirginleştirdi. Sapiens, gün geldi Tanrı icat etti, gün geldi eylemlerini bir Tanrı uğruna gerçekleştirdiğini söyledi. Her iki durum da savaş meydanlarını “şenlendirirken” yayılmacılık had safhaya ulaştı.

Yuval  Noah Harari, tüm bunlara rağmen Sapiens’in kaydettiği ilerlemede önemli bir gerçeğin farkına vardığını söylüyor: Bilimsel devrime, keşiflere ve kimliklerin gün yüzüne çıkmasına karşın Sapiens bilgisizliğini kavrar. Tabii bu her zaman olumlu sonuçlanmadı; kendisiyle yarışan Sapiens, tarihin akışını değiştirecek ve hatta tarihi sonlandırabilecek eylemlere imza attı. Bilgi, bir güç olarak doğru kullanılsa da çoğunlukla pragmatizmin gözü karalığına kurban gitti. Pratik bilgi, ideolojilerin hizmetine sunuldu ve kazancını katlamak isteyen iş insanlarının elinde silaha sönüştü. Böylece Harari’nin deyişiyle “hırslı Sapiens’le” tanıştık. Keşiflerden emperyal projelere ve ekolojik yıkımlara uzanan süreçte hep bu Sapiens’in parmağı var.

Harari, hırsa kesen Sapiens’in doğa üstünde kurmaya uğraştığı hâkimiyetle hem ekolojik felaketleri tetiklediğini hem de kendi türünü uçuruma sürüklediğini belirtiyor. Doğanın sesine duyarsızlaşan Sapiens, elindeki gücü yozlaştırarak “akıllı tasarımlarla” tabiatı örseliyor. Yaşamı inorganikleştirirken içini boşalttığı ilerlemeyi tersine çeviriyor. Başka bir deyişle ölümsüzlüğü ararken doğanın dengesini bozup kritik bazı sorulara ulaşıyor: “Neye dönüşmek istiyoruz?” ve “Neyi istemek istiyoruz?”

Harari’nin dile getirdiği bu soruları kendimize yöneltip yöneltmediğimiz şüpheli. Fakat ortada bir gerçek var: Yaşadığı dünyayı hızla dönüştüren ve konformist davranmaktan hiç çekinmeyen Sapiens’ler olarak imajımızı cilalarken nereye gittiğimizin pek ayırdında değiliz. Yazar, bu gidişatı kendi öngörüleriyle beslediği Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi’nde ele alıyor.     



Yeni “insanın” üretimi        

Kim ne derse desin bugün Tanrı yok, onun yerine Homo Deus var, yani Tanrı İnsan. Sapiens’in, her türlü ilerleme ve bilişsel süreçten, yarattığı imajı koruma güdüsünden sonra varılan nokta bu, şimdilik.

Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi, Yuval Noah Harari, Çeviri: Poyzan Nur Taneli, Kolektif Kitap

 

Ölümsüz, mutlu ve Tanrı mertebesine erişme peşindeki insan, evrimin bu son halkası olan Homo Deus’la aynada gördüklerine kendini kaptırıyor. Peki, amaçlarımıza ulaştık mı ya da yaklaştık mı? Harari’nin Sapiens kitabındaki eleştirel ve sorgulayan tavrı, Homo Deus’ta da devam ediyor.

Yaratılış taraftarları ile Evrim Teorisi’ni savunanlar arasında bir dönem durur gibi olan kavga son yıllarda yeniden alevlendi. Bunda her iki kesimin de enikonu kendi saflarını sıklaştırması etkili oldu. Homo Deus’un örtülü izleklerinden biri olan bu kavga, Sapiens’in kazandığı gücü, “her şeyi yapabilirim” anlayışına çevirmesiyle daha bir belirginleşti.

İnsanlık, elindeki uçsuz bucaksız biyoteknolojik ve bilgi teknolojisi imkânlarıyla kusursuzlaştırmaya uğraştığı dünyada pek çok sorunun üstesinden geldi ya da Harari’ye göre geldiğini sanıyor. Çünkü hastalıklar, açlık, çevre sorunları, iklim değişikliklerinden kaynaklanan problemler ve çatışmalar yeryüzünde hâlâ öncelikli sorunların başını çekiyor. Bunlara rağmen insan başarılarıyla övünmeye devam ediyor. O halde sorun tam olarak ne? Harari, yirmi birinci yüzyıl için bir öngörüde bulunurken bize bazı ipuçları sunuyor: “En önemli mesele, insan türünü ve gezegeni bir bütün olarak kendi gücümüzden korumak. Bize bol gıda, ilaç, enerji ve hammadde sağlayan olağanüstü ekonomik büyüme sayesinde kıtlık, salgın ve savaşları dize getirmeyi başardık. Ne var ki, bu büyüme, gezegenin ekolojik dengesini birçok açıdan altüst ediyor (…) Ekonomik büyüme ve ekolojik denge arasında seçim yapmak gerektiğinde siyasetçiler, yöneticiler ve seçmenler her zaman büyümeyi tercih ediyor.”

Bunları düşünüp moralimizi bozmak yerine Harari’nin hatırlattığı “hep daha fazlasını isteme”nin peşine takılıp pekâlâ bir sonraki aşamayı kurgulayabiliriz. Yaşlanmayı (palyatif çözümlerle) olabildiğince geciktiren insanın şimdiki hedefi ölümsüzlüğü bulmak. Bu, varsıllık içindeyken görmezden geldiğimiz sefaleti zihnimizden söküp atma umudunu canlı tutuyor. Yazarın anımsattığı gibi mevcut çabamız Homo Sapiens’i Homo Deus’a dönüştürmek. Genetik ve nanoteknoloji çalışmaları, mevcut dürtünün ilk aşaması gibi dururken Harari, bu noktadan sonra ölümü, sonsuz gençliği sekteye uğratan “teknik bir hata” gibi görme eğiliminde olacağımızı söylüyor. O teknik hatanın gerçekleşmesi için de ölümlü olduğumuzu bilerek aldığımız riskleri tekrarlama aşamasına geldiğimizde iki kere düşüneceğiz.

Yaşam süresini iki katına çıkarmayı bir fantezi olmaktan uzaklaştıracak çalışmalar, Harari’nin bahsettiği Homo Deus’u yaratma sürecinde önemli bir sıçramayı simgeliyor. Yazar, tıbbın ilerleyişinin öncü rolüne atıf yaparken yine bir öngörüde bulunuyor: “Aslına bakılırsa modern tıp, ömrümüzü bir yıl bile uzatmadı. Onun başarısı, bizi erken ölümden kurtarıp kalan yıllarımızı da doya doya yaşamamızı sağlamaktı. Eğer kanseri, diyabeti ya da belli başlı diğer hastalıkları yenebilirsek bu sadece herkesin doksanına kadar yaşayabileceği anlamına gelecek ama bırakın yüzü, yüz elli yaşına ulaşmamızı sağlamayacaktır.”

Peki, insanın ölümsüz ve mutlu olmasını sağlayacak şeyler ne? Harari, hazzın ve ölümsüzlüğün peşinde koşan insanın Tanrılar katına yükselmeye çabaladığını söylerken etrafta olup bitenlerden hareketle bir öngörü daha paylaşıyor: “İnsanları Tanrı mertebesine yükseltme işi muhtemel üç şekilde ilerleyebilir: Biyoloji mühendisliği, siborg mühendisliği ve organik olmayan varlıkların mühendisliği.”

Sırasıyla bu üç mühendislik, insan bedeninin kapasitesini belirginleştirme, organik bedene inorganik yamalar yapma ve organik âlemi bütünüyle dönüştürme faaliyetlerini yürütüyor. Harari’nin dediği gibi bugünden baktığımızda özellikle ikinci ve üçüncü mühendisliklerin ulaşacağı sonuçlar bilimkurgu gibi görünüyor. Ancak şimdiden epey aşama kaydedildi.

İlkin zihnin yeniden yapılandırılması, Homo Sapiens için alarm zillerinin çalması anlamına gelecek çünkü Harari’ye göre artık o noktadan sonra tür olarak Homo Sapiens ortadan kalkacak. Yani yeni insan Homo Deus’un üretimine geçilecek; “Sapiens türü bir üst sürüme yükseltilecek.” Akıllı telefonlardan alınan talimatlar ya da onların, hayatımızı bugünlerde daha fazla yönetmeye başlaması, gelecek için bir projeksiyon yapma imkânı veriyor yazara.    

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum