Faust un Esması
Özer ATAÇ

Özer ATAÇ

Faust un Esması

05 Eylül 2015 - 15:23

Dünya yaşamı oyundur,

Ünlü Alman ozanı, oyun yazarı Johann Wolfgang von Goethe 'nin (1749­1832) dünya klasikleri

arasında önemli bir yer tutan Faust isimli eseri; Goethe'nin butün eserlerinin yekünü, kendisinin

algı manifestosu olarak bilinir. Kendisi, yaşamı boyunca yazdıklarını bu eserde

toplamıştır. Urfaus isimli ilk oyunu, on sekiz yaşında yazmış; sonra gelişerek,1806 yılında

I nci, 1832 II nci kısım olarak 82 yaşına kadar tamamlamıştır.

Konusu kadim öykülerden alınmış bu metinler; Şeytanla “bahse” giren insan oğlununun

yeryüzündeki "işlevi"ni ele almaktadır. Şeytan bu eserde, diyalog ve yaklaşımlarında

"kazan kazan" modeliyle insan oğlunu nasıl tavladığını; okumalarda Şeytan

Mefistofelese yenilmeyen insandan; yaşam tragedyası (hüsran)na zorlanmış insan;

şeytanla girdiği işbirliğinde yenik düşen insan... yorumlarıyla şerit (*) değiştirmektedir.

Eserin I nci bölümü, 1808 yılında yayımlanan trajetyadır. Eser, yaşamın spatyum/madde

ötesi/sahne gerisinde geçenleri aktardığı ya da "geçtiği" için anlamların sözlük girmemiş

coğrafyasının diyaloglarını içermektedir. Böylece kotarılacak anlam derinliğine inilecek

uygun teknik edavat yokluğundan metin sahnelenememiştir.

II nci bölümü doktor faust un yeryüzünde deneyim­lediklerinin paralel olasılıklarının

hikayelerinde daha anlaşılır olarak sahne aktarımları yapılmıştır.Bu hikayelerde zihinsel

seçim çokluğuyla, mecburen/zorunlu sonuçlar; yap bozlar gösterimleriyle izleyicisine,

meraklısına sunulmaktadır. Foust metinleri, duyguların soyutluğuna rağmen; etki ve

"işçiliğin" gücüne karşın; kelimelerin güvenilmezliğine göndermeler yapmaktadır. Yaşam

okyanusunda yüzeye çıkan dip dalgaları, kelimelere; kıyıya köpükle ulaşanlarını

sözcüklere; kıyıdaki etkilerine ise sözcüklerin anlamlarına; nihayetinde, onların üstüne

bina edilen modellerin güvenilmezliğine ulaşıyor.Bir noktaya sığan evren,

"Bir şeyi dilediğimizde; plana dahil olacak o şeyi oldurmak için bütün sistem o şeye

yönelir; bu “ol” deyiştir.”

Bütünün katıldığı bu oluş noktası, ak cüce kudretindedir. Var olan şeyin ardındaki kudret,

bütünün varlık içindeki arzusudur. Böylece oluşan şeyin tekil bağımsızlığında basitlik;

bütünle bağlantısında çözülmez kompleks görülür.

Duygular, deneyimlerdeki yönlendirici etkisini hiç bir zaman açık etmez; ortaya çıkan,

etkisi yakın olan somuttur. Yeryüzünde insandan daha güçlü tutunan şeytan; "kazan

kazan" vaatlere insanın kanması için kelimeleri kullanır. Kelimelerle oluşan sınırlar,

güvenlik tabelalı tutsaklıktır.Güvenlik, aynı zamanda tutsaklık değil midir?! Onlarca

denemeden vazgeçip,bilinende kalmaktır. Güç sönümlediğinde, taşkın hoyratlığı kanala

girip, yatışarak medeniyetlere dönüşür. Artık çeşmeden akan suyu şişesiz, bardaksız

içemiyoruz. Güvenliği alışkanlıkla, cam bardağın içini görmek için test ediyoruz. Her

şeyde olduğu gibi suyun uyumlaş­tırılmış “macerası; barajlar, yer altı kuyuları,

yönlendirilen nehirler, dönemsel yağmurlar... her yudumumuzun “basitliğine” derç

edilmiştir.

Kalıtlar, sözlükler; tanıklık, anılar; deneyimlerin gelecekle buluştuğu yerdir. Acı sonuçları

tekrar yaşamamak için hangisini veri almalıyız? Buna fırsat yoktur. Sözlükte kalmış,

sözlüğe girmemiş ayrımı ilgilenenlerce sürekli zevç edilir; sözlükten ayrılmış bir tek kelime

kalsın istenmez. Bi şekilde sözlüğü bağlanır; sonra dışarıya çıkarılarak yeni bağımsızları

sözlüğe eklemek için yola çıkarılır.

Bin bir deneyimin görüngü, ses, etki, sonuç anısı; isimlendirilmeden kullanılamayacağı

bilgisi bizi sürekli kelimelere bağlı kılar. Buna karşın, isimlendirme deneyim sebebiyle

geçmişin tekrarıdır. Her tekil, grupsal, kitlesel deneyim, tanıklık, etkilenme; birey ya da

grup veya kitlenin fiziksel, duygusal algısını taşıyan sözlerle, gelecek (okuyucu) nesillere

aktarılır. Yine bin bir deneyim birikerek; dönemsel tabakalar oluşturur; dönemlerle

tabakalar üst üste birikir. Bu yükselme, tabakalardaki kelimeleri kaya katmanlarındaki gibi

sertleşmeye, sıvısını nemini ,yaşam emarelerini kaybetmeye dönüştürür.

Sonuçta gevşek ya da sertleşmiş katmanların, üzerine dikilecek medeniyetler; kültür

modelleri, toplumsal sistemler; tutunacakları kelimeleri böyle kullanırlar. Ancak bu

geçmişin yenilenmesi arzusudur; yeni değildir. Çözülmüş, dağılmış olanda değil,

korunmuş olandan inşadır. Neredeyse ölüme direnmektir. Korunmuş olandan yapılan

yükseltiler, öncekilerin zaaflarını barındırmama olasılığı yoktur.

Oysa deneyimlerin zihinlerdeki “resimleri”, geleceğin tasavvurları için özgünlükler içerir.

Günlük yaşamda, her temas ettiğimiz imar edilmiş somutluk, sözlüklerin barındırdığı

milyonlarca kelimeye galebe gelir. Kullanımdan doğan hoşnutluğun itici gücü, sözcükler

arkelojisinin kavramsal tanımlarına ihtiyaç duymaz.

Kutsallığın kelimeleri, isimleri, anlamları; yeryüzüne inzal olduğunda,

muhatapları(insanlık) gibi “dağılmadan” edemez. Onlarda ilk bütünü aramak, bulmak

yanılsamadır; onlar, insanlığın içinde deneyimlerle ve yüksek ihtiyaçlarla duygulardan

doğacaktır. Metafizik mekanlardaki öğretiler, temalar, fiili ve kavramsal özgünlükleriyle

sözlüklerde barınması beklenmemelidir.

Böylece öğretinin ol emrine uyumlu yeryüzü tezahürü ilk anlamdan öteye

gidemez.Kendisinin anlattığı olgu evrensel iradenin tezahürüdür. İnsanlık o tezahür

içinde yol bulmaya çalışırken; onun anlatımında sözlerinde böyle arayışlar ihdas etmek;

karanlık yerde kaybolan eşyayı aydınlık yerde aramak gibidir.

Faust, yer yüzü deneyimlerine verilecek bütün isimlerin, güzellik niteliğinin dışında işlevi

olmadığını söyler. Varlığın göreceliği bütün algılarına da yansır. Bu yüzden güzel

görülmeyen olgular durum hal ve koşullar bağındayken güzel görülmezler. Diğer taraftan,

söylenmiş, söylenecek bütün duygu kaynaklı güzel isimler O nundur; diğerleri yanılmanın

hatırlanışına kaydedilir.

ve oyun,

"İçimdeki büyük fırtınayı dindiren, zavallı kalbimi müthiş bir sevinçle dolduran ve tabiatın sırlarını

bana açan ve bu işaretleri bana yazan acaba bir Tanrı mıydı? Yoksa ben de bir Tanrı mıyım?

İçimde şimdiye kadar olanlardan çok farklı bir ışık doğuyor.

Nasıl her şey diğerleriyle bir bütün oluyor, her şey bir bütünde örülüyor, bir varlık sanki öteki

varlıkta yaşıyor ve onda iz bırakıyor? Gök kuvvetleri bereketli titreyişlerle nasıl gökten yere

iniyor, sonra tekrar göğe yükseliyor ve ahenkli sesleriyle tüm evreni çınlatıyorlar!

İnsan kendisine, doğru bir kazanç yolu bularak aklı ve sağduyusu ile sanatlı sözcüklere gerek

duymadan da kendisini ifade edebilir. Eğer bir şey söyleme konusunda gerçekten kararlıysanız,

kelimelerin peşinde koşmaya ne gerek var? İnsanlığa gösteriş yapmaya çalışan süslü konuşmalar,

sonbaharda kuru yaprakları hışırdatan rüzgâr gibi sevimsiz ve tatsızdır.

Ben ölümlü olmaktan, yok olmaktan sıyrılarak sonsuz yaratılışın aynasına kendimi çok yakın

hissediyor ve ilahi bir ışıkla kendi benliğimin tadına varmaya çalışıyorum.

Üstümüzdeki gök kubbeleşmiyor mu? Altımızdaki yer sapasağlam durmuyor mu? Yıldızlar bize

dostça bakarak yükselmiyor mu? Ben, kendi gözümle senin gözüne bakmıyor muyum?

Evrendeki her şey insanın kafasına ve kalbine etki etmiyor mu? Ve her şey sonsuz bir ilahi

sır halinde yakamızda dolaşıp durmuyor mu? Eğer kalbini tüm bu saydıklarımla samimi

olarak doldurup bu duygularla mutlu olabiliyorsan, bunun adına ister şans, ister gönül,

ister aşk, istersen tanrı de, ne fark eder? Hepsi aynı şey değil mi? Ben ona bir isim

bulamıyorum. Bence duygu her şeydir. İsim ise boş bir gürültü ve göğün güzelliğini ve ışığını

sislendiren basit bir dumandır."

(*) Serit:“kapasiteler” gözetilerek tahkim edilmiş insanlık yolunun iradelilerce tercih edilebilen

kulvarı.

YORUMLAR

  • 0 Yorum