Foça'da hızımı alamadım
Foça'da hızımı alamadım
Yayınlanma :
16.03.2015 14:32
Güncelleme :
16.03.2015 14:32

Kybele, Siren, Yelken, Fok, Beşkapılar, Yel değirmeni, Karataş, Orak Adası, Heredot Duvarı, Foçakarası...
Bunlar Foça’da, belediyenin sosyal tesisleri içindeki Denizkent Oteli’nin odalarına verilen isimlerden bazıları...
Hepsi Foça’dan esinlenerek Belediye Başkanı Gökhan Demirağ’ın oluruyla verilmiş.
Kaldığım odanın ismi ise ‘Heredot’.
Şiir gibi güzel ve akıcı değil mi?
Manzara harika
Oteli beğendim...
Çıkmak istemedim...
Manzara harikaydı...
Bu temiz hava ve manzara bırakılır mı?
Kaç kişiye nasip olur güzel bir tatil gününde burada olmak...
Yine geleceğiz!
Ama sözüm var:
Ayfer, Tolga, Yana ve Kayra Ülkü ile birlikte Foça’ya geleceğiz...
Tekne turu atacağız ve Siren kayalıklarına gideceğiz.
Ben dalmayı bilmiyorum...
Kayra ile teknede kalırım...
Moldova’dan Foça’ya gelecek olan Mimar Tolga ve Rus eşi Yana (St. Petersburg’lu) , Foça hayranı olarak Bodrum’dan gelecek Ayfer Ülkü yüzücü oldukları için dip dalıp, iki metrelik kayanın altından geçerek sihirli mağaralara girecekler.
Servet Vural’ın belirttiğine göre orada, kendinizi bir başka dünyada gibi hissediyorsunuz.
Alis’in harikalar Ülkesi gibi bir şey...
Belki cesaretimi toplar ben de bu sihirli dünyaya katılırım...
Ama Ayfer’in, ya da Tolga’nın yardımı olmazsa imkânsız.
Konuşmaları dinledim
Foça’ya günü birlik gelen üç aile yanımdaki masada oturuyor.
Bir ara kulak kabarttım...
Konu ‘kahve’den açıldı.
Bir karı koca Karşıyakalı sanıyorum, Küçük Avcı’yı met etti.
Gerçekten önünden geçerken mis gibi kahve kokusu sizi Siren Kayalıkları’ndaki gibi kendine çekiyor.
Diğer çift İzmir’in diğer tarafından Konak’tan...
Onlar kahveyi Kemeraltı’nda, Hisar Camisi’nin hemen yanındaki İlyas Gönen’den alıyorlarmış.
Altınordu Başkanlığı yapan İlyas Gönen, aynı zamanda Kemeraltı Derneği’nin de başkanı...
Biliyorum:
İlyas Gönen, kahvenin bin bir çeşidini imal ediyor.
Hatta Turizm Bakanlığı, önemli toplantıları mutlaka davet ediyor ve konuklara ‘Kahve ikramı’nı İlyas Gönen’in yapmasını sağlıyor.
Kozbeyli Dibek Kahvesi
Denizkent Oteli’nin gençlerinden; Zümrüt Konuşkan ile Anıl Selçuk’a, ‘Sizde Kozbeyli’nin Dibek kahvesi var mı?’ diye sordum.
Köyde içmemi önerdiler...
Bir sonraki programa Gerenköy Kavşağı’nın tam karşı çaprazındaki Kozbeyli Dibek kahvesini de aldım.
Macera yaşamıştık
Bu arada Servet Vural anımsattı...
25 yıl kadar önce yine Foça’da idim.
Rahmetli Ömer Akyar’ın Eşref isimli trol teknesi Yunanlılar tarafından ‘Karasularımıza girdin’ diyerek Midilli Limanı’na çekilmişti.
Tabii ki, öylesine bir yargılama ve Ömer Akyar Yunan zindanına...
Kurtulması için uğraş verenler arasında, ‘bölge istihbaratçısı’ olarak ben de vardım.
Servet Vural da...
Pazarlık sonucu
Ne yaptık?
Bizim hücumbot gitti ve bir Yunan balıkçı teknesini aldı, Foça’ya getirdi...
Pazarlıklar başladı...
Gerek bizim balıkçımızın ailesi, gerekse Yunanlı balıkçının ailesi perişan...
Ne olacak halleri?
İki devlet arasında anlaşma yapıldı, takas olacaklar...
Biz Yunanlı balıkçıyı vereceğiz, onlar da bizim balıkçımız Ömer Akyar ile Eşref isimli teknesini...
Sonra kardeşinin ‘Uğurlu’ isimle teknesi ile denize açıldık ve mutlu sonuca tanık olduk...
O gün...
Dev dalgalarla nasıl boğuşmuştuk?
Bir yukarıya, bir aşağıya...
4-5 metre boyundaki dalgalarla...
Balıkçılar, fizik derslerinde okuduğumuz, dalga boyunu ve hesabını iyi biliyorlar, o yüzden korkumuz boşuna...
Ambara saklandım
Yine bir gün...
Bizim balıkçıların takası var.
Yine Foça’dayız...
İzmir Valisi adına Özel Kalem Müdürü rahmetli Altan Süer ile MİT’ten ve gümrükten yetkililer var.
Jandarma ve polis yetkilileri de yanılmıyorsam...
Yanımızda pasaport yok...
Üstelik gidecek tekne, devlet adına gidiyor, özel izin gerekiyor...
Yunanlılara liste verilecek, ‘kimler var!’ diye...
Ben ambara saklandım...
Varillerin arasına gece yarısı, harekette 5-6 saat önce girdim, Servet Vural üzerimi halatlarla kapattı...
Her şey yolunda gibi gözüküyor...
Görüntüleri gizlice çekeceğim, hesabımız bu...
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı...
Şu an önemli bir İstanbul Gazetesinde, önemli bir görevi olan, rakibimiz Cemalettin Özdoğan, o gün de kendilerini ‘bir numara’ olarak tanıtan bir İstanbul Gazetesi’nde polis-adliye muhabiri idi.
Benim ortadan kaybolduğumu anlayınca, şüpheye düşer ve tam devlet adına denize açılacak geminin küpeştesinde bağırmaya başlar...
‘Gemide kaçak yolcu var!’ diye...
Teknenin gümrük işlemleri yapılmış, Ankara ile bağlantı kurulmuş ve ‘kalkıyoruz!’ denilmiş, izin verilmişti.
Kaçak olarak yakalandım
Bağırışları duyuyorum, ama kıpırdamadan karanlıkta, saklandığım yerde bekliyorum.
Halim nice olacak, diye düşünüyorum.
Bir yandan da ‘Artık kalkın!’ diye içimden dua ediyorum...
Cemalettin Özdoğan, ‘Bu gemide Kaçak Yaşar Eyice var, kalkamazsınız!’ diye öyle bağırıyor ki, neredeyse İzmir’den duyulacak...
Kaptan, ‘Aramamız ve bulamamız en azından 5 saat sürer!’ diyor.
Vilayet adına başkanlığı yürüten Altan Süer de, ambarda bağırıyor, ‘Yaşar neredeysen çık, senin yüzünden gidemiyoruz!’ diye...
En sonunda Kaptanın isteği üzerine Servet Vural geldi, beni sakladığı yere, ‘Ağabey çık yoksa gemicileri kurtaramayacağız!’ dedi.
Ben de mecburen çıktım, indim...
Aşağıda onlarla söz harbimiz devam etti...
Ama tekne de gitti...
Sözde serbest bölge
O günlerde, Yunanlılarla bizim aramızda sivil deniz savaşları da yaşanıyordu.
Eski kaptanlar ve balıkçılar bilir...
Bizim kıyı, bizim karasularımız...
Yunan adasının yanı Yunan karasuyu...
Ortada ise serbest ‘orta su’ alanı var...
Burası Yunanlı balıkçıya da bizim balıkçıya da serbest bölge...
Bu mücadele biter mi?
Havada uçaklarımız Yunanlılarla ‘it dalaşı’ yapıyor.
Gökyüzünde bu mücadele hiç bitmedi...
Hala zaman zaman sürüyor.
Ya denizde?
Bizim balıkçılarımız, küçük tekneleriyle serbest sahada, sularda ekmek peşinde koşarken, Yunan Hücumbotu geliyor, çevrelerinde hızla büyük daireler çizerek geziyor...
Dev dalgalar oluşturuyor.
Ve bizim balıkçı teknelerimiz, ceviz kabuğu gibi sallanmaya başlıyor.
Yani ekmek hayalleri suya düşüyor, elleri boş Foça’ya dönüyorlar...
Bir gün öyle, iki gün öyle...
Bitmek bilmiyor bu mücadele...
Sonuçta çareyi buldular, bizimkiler.
15-20 tekne birden halat saldı, denize..
Yunan Hücumbotu ve askerleri yine ağızlarından salya gibi su akarak bizim balıkçı teknelerinin arasından daireler çizmeye, taciz etmeye başladılar.
Ama sevinçleri az sonra kursaklarında kaldı...
Çünkü bırakılan halatlardan biri uskuruna takıldı...
Pervanesi işlemez hale geldi, belki de parçalandı...
Denizin ortasında kaldılar, dalgalar sürüklemeye başladı...
Durumlarını düşünün...
Ya böyle, her kuşun eti yenmiyor...
Nerdeee o günler?
Servet’e sordum...
Yine böyle ‘deniz dalaşı var mı?’ diye sordum.
‘Yok!’ dedi...
Şimdi bize muhtaç olduklarını söyledi...
Açlıktan kurtardılar
Tam bu satırları bitirirken, yanıma genç garsonlardan Anıl ile Emre Güney geldi...
Soyadını da öğrendim; Anıl Selçuk...
Akşam bizi doyuran guruptan...
Yanında Emre Güney vardı...
Ekipte; Zümrüt Konuşkan, Abdi Bey, Zafer Taşçı, Hakan Kılıçlı, Songül Ayvacı var...
Ekip Şefi ise Çidem Dirim...
Turizmcilerin duayenleri şaşıracak
Maşallahları var...
Kızacağım kızamıyorum...
Hata arıyorum bulamıyorum...
Şimdi Balçova Kaya Termal’in Genel Müdür Muzaffer Tağıl, ya da Best Western Hotel Konak’ın Genel Müdürü Didem Dirik veya Swissotel Büyük Efes’in Genel Müdürü Rize Elibol duysa, ‘Hayret’ diyecekler.
‘Nasıl hata bulamadığımı soracaklar...
Ama Zümrüt Konuşkan ile Anıl Selçuk’tan bir şey öğrendim...
Bir süre önce Yunanlı bir balıkçı ile konuşmuşlar...
Adam, ‘Ben, baba, kardeş üç balıkçı bir gün çok yakın Foça, altı ay Buca!’ demişler...
Yani bizimkiler yakalayıp Buca’ya göndermiş...
Belki de bizim takas ettiğimiz balıkçılardan biri de oydu...
Bunlar Foça’da, belediyenin sosyal tesisleri içindeki Denizkent Oteli’nin odalarına verilen isimlerden bazıları...
Hepsi Foça’dan esinlenerek Belediye Başkanı Gökhan Demirağ’ın oluruyla verilmiş.
Kaldığım odanın ismi ise ‘Heredot’.
Şiir gibi güzel ve akıcı değil mi?
Manzara harika
Oteli beğendim...
Çıkmak istemedim...
Manzara harikaydı...
Bu temiz hava ve manzara bırakılır mı?
Kaç kişiye nasip olur güzel bir tatil gününde burada olmak...
Yine geleceğiz!
Ama sözüm var:
Ayfer, Tolga, Yana ve Kayra Ülkü ile birlikte Foça’ya geleceğiz...
Tekne turu atacağız ve Siren kayalıklarına gideceğiz.
Ben dalmayı bilmiyorum...
Kayra ile teknede kalırım...
Moldova’dan Foça’ya gelecek olan Mimar Tolga ve Rus eşi Yana (St. Petersburg’lu) , Foça hayranı olarak Bodrum’dan gelecek Ayfer Ülkü yüzücü oldukları için dip dalıp, iki metrelik kayanın altından geçerek sihirli mağaralara girecekler.
Servet Vural’ın belirttiğine göre orada, kendinizi bir başka dünyada gibi hissediyorsunuz.
Alis’in harikalar Ülkesi gibi bir şey...
Belki cesaretimi toplar ben de bu sihirli dünyaya katılırım...
Ama Ayfer’in, ya da Tolga’nın yardımı olmazsa imkânsız.
Konuşmaları dinledim
Foça’ya günü birlik gelen üç aile yanımdaki masada oturuyor.
Bir ara kulak kabarttım...
Konu ‘kahve’den açıldı.
Bir karı koca Karşıyakalı sanıyorum, Küçük Avcı’yı met etti.
Gerçekten önünden geçerken mis gibi kahve kokusu sizi Siren Kayalıkları’ndaki gibi kendine çekiyor.
Diğer çift İzmir’in diğer tarafından Konak’tan...
Onlar kahveyi Kemeraltı’nda, Hisar Camisi’nin hemen yanındaki İlyas Gönen’den alıyorlarmış.
Altınordu Başkanlığı yapan İlyas Gönen, aynı zamanda Kemeraltı Derneği’nin de başkanı...
Biliyorum:
İlyas Gönen, kahvenin bin bir çeşidini imal ediyor.
Hatta Turizm Bakanlığı, önemli toplantıları mutlaka davet ediyor ve konuklara ‘Kahve ikramı’nı İlyas Gönen’in yapmasını sağlıyor.
Kozbeyli Dibek Kahvesi
Denizkent Oteli’nin gençlerinden; Zümrüt Konuşkan ile Anıl Selçuk’a, ‘Sizde Kozbeyli’nin Dibek kahvesi var mı?’ diye sordum.
Köyde içmemi önerdiler...
Bir sonraki programa Gerenköy Kavşağı’nın tam karşı çaprazındaki Kozbeyli Dibek kahvesini de aldım.
Macera yaşamıştık
Bu arada Servet Vural anımsattı...
25 yıl kadar önce yine Foça’da idim.
Rahmetli Ömer Akyar’ın Eşref isimli trol teknesi Yunanlılar tarafından ‘Karasularımıza girdin’ diyerek Midilli Limanı’na çekilmişti.
Tabii ki, öylesine bir yargılama ve Ömer Akyar Yunan zindanına...
Kurtulması için uğraş verenler arasında, ‘bölge istihbaratçısı’ olarak ben de vardım.
Servet Vural da...
Pazarlık sonucu
Ne yaptık?
Bizim hücumbot gitti ve bir Yunan balıkçı teknesini aldı, Foça’ya getirdi...
Pazarlıklar başladı...
Gerek bizim balıkçımızın ailesi, gerekse Yunanlı balıkçının ailesi perişan...
Ne olacak halleri?
İki devlet arasında anlaşma yapıldı, takas olacaklar...
Biz Yunanlı balıkçıyı vereceğiz, onlar da bizim balıkçımız Ömer Akyar ile Eşref isimli teknesini...
Sonra kardeşinin ‘Uğurlu’ isimle teknesi ile denize açıldık ve mutlu sonuca tanık olduk...
O gün...
Dev dalgalarla nasıl boğuşmuştuk?
Bir yukarıya, bir aşağıya...
4-5 metre boyundaki dalgalarla...
Balıkçılar, fizik derslerinde okuduğumuz, dalga boyunu ve hesabını iyi biliyorlar, o yüzden korkumuz boşuna...
Ambara saklandım
Yine bir gün...
Bizim balıkçıların takası var.
Yine Foça’dayız...
İzmir Valisi adına Özel Kalem Müdürü rahmetli Altan Süer ile MİT’ten ve gümrükten yetkililer var.
Jandarma ve polis yetkilileri de yanılmıyorsam...
Yanımızda pasaport yok...
Üstelik gidecek tekne, devlet adına gidiyor, özel izin gerekiyor...
Yunanlılara liste verilecek, ‘kimler var!’ diye...
Ben ambara saklandım...
Varillerin arasına gece yarısı, harekette 5-6 saat önce girdim, Servet Vural üzerimi halatlarla kapattı...
Her şey yolunda gibi gözüküyor...
Görüntüleri gizlice çekeceğim, hesabımız bu...
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı...
Şu an önemli bir İstanbul Gazetesinde, önemli bir görevi olan, rakibimiz Cemalettin Özdoğan, o gün de kendilerini ‘bir numara’ olarak tanıtan bir İstanbul Gazetesi’nde polis-adliye muhabiri idi.
Benim ortadan kaybolduğumu anlayınca, şüpheye düşer ve tam devlet adına denize açılacak geminin küpeştesinde bağırmaya başlar...
‘Gemide kaçak yolcu var!’ diye...
Teknenin gümrük işlemleri yapılmış, Ankara ile bağlantı kurulmuş ve ‘kalkıyoruz!’ denilmiş, izin verilmişti.
Kaçak olarak yakalandım
Bağırışları duyuyorum, ama kıpırdamadan karanlıkta, saklandığım yerde bekliyorum.
Halim nice olacak, diye düşünüyorum.
Bir yandan da ‘Artık kalkın!’ diye içimden dua ediyorum...
Cemalettin Özdoğan, ‘Bu gemide Kaçak Yaşar Eyice var, kalkamazsınız!’ diye öyle bağırıyor ki, neredeyse İzmir’den duyulacak...
Kaptan, ‘Aramamız ve bulamamız en azından 5 saat sürer!’ diyor.
Vilayet adına başkanlığı yürüten Altan Süer de, ambarda bağırıyor, ‘Yaşar neredeysen çık, senin yüzünden gidemiyoruz!’ diye...
En sonunda Kaptanın isteği üzerine Servet Vural geldi, beni sakladığı yere, ‘Ağabey çık yoksa gemicileri kurtaramayacağız!’ dedi.
Ben de mecburen çıktım, indim...
Aşağıda onlarla söz harbimiz devam etti...
Ama tekne de gitti...
Sözde serbest bölge
O günlerde, Yunanlılarla bizim aramızda sivil deniz savaşları da yaşanıyordu.
Eski kaptanlar ve balıkçılar bilir...
Bizim kıyı, bizim karasularımız...
Yunan adasının yanı Yunan karasuyu...
Ortada ise serbest ‘orta su’ alanı var...
Burası Yunanlı balıkçıya da bizim balıkçıya da serbest bölge...
Bu mücadele biter mi?
Havada uçaklarımız Yunanlılarla ‘it dalaşı’ yapıyor.
Gökyüzünde bu mücadele hiç bitmedi...
Hala zaman zaman sürüyor.
Ya denizde?
Bizim balıkçılarımız, küçük tekneleriyle serbest sahada, sularda ekmek peşinde koşarken, Yunan Hücumbotu geliyor, çevrelerinde hızla büyük daireler çizerek geziyor...
Dev dalgalar oluşturuyor.
Ve bizim balıkçı teknelerimiz, ceviz kabuğu gibi sallanmaya başlıyor.
Yani ekmek hayalleri suya düşüyor, elleri boş Foça’ya dönüyorlar...
Bir gün öyle, iki gün öyle...
Bitmek bilmiyor bu mücadele...
Sonuçta çareyi buldular, bizimkiler.
15-20 tekne birden halat saldı, denize..
Yunan Hücumbotu ve askerleri yine ağızlarından salya gibi su akarak bizim balıkçı teknelerinin arasından daireler çizmeye, taciz etmeye başladılar.
Ama sevinçleri az sonra kursaklarında kaldı...
Çünkü bırakılan halatlardan biri uskuruna takıldı...
Pervanesi işlemez hale geldi, belki de parçalandı...
Denizin ortasında kaldılar, dalgalar sürüklemeye başladı...
Durumlarını düşünün...
Ya böyle, her kuşun eti yenmiyor...
Nerdeee o günler?
Servet’e sordum...
Yine böyle ‘deniz dalaşı var mı?’ diye sordum.
‘Yok!’ dedi...
Şimdi bize muhtaç olduklarını söyledi...
Açlıktan kurtardılar
Tam bu satırları bitirirken, yanıma genç garsonlardan Anıl ile Emre Güney geldi...
Soyadını da öğrendim; Anıl Selçuk...
Akşam bizi doyuran guruptan...
Yanında Emre Güney vardı...
Ekipte; Zümrüt Konuşkan, Abdi Bey, Zafer Taşçı, Hakan Kılıçlı, Songül Ayvacı var...
Ekip Şefi ise Çidem Dirim...
Turizmcilerin duayenleri şaşıracak
Maşallahları var...
Kızacağım kızamıyorum...
Hata arıyorum bulamıyorum...
Şimdi Balçova Kaya Termal’in Genel Müdür Muzaffer Tağıl, ya da Best Western Hotel Konak’ın Genel Müdürü Didem Dirik veya Swissotel Büyük Efes’in Genel Müdürü Rize Elibol duysa, ‘Hayret’ diyecekler.
‘Nasıl hata bulamadığımı soracaklar...
Ama Zümrüt Konuşkan ile Anıl Selçuk’tan bir şey öğrendim...
Bir süre önce Yunanlı bir balıkçı ile konuşmuşlar...
Adam, ‘Ben, baba, kardeş üç balıkçı bir gün çok yakın Foça, altı ay Buca!’ demişler...
Yani bizimkiler yakalayıp Buca’ya göndermiş...
Belki de bizim takas ettiğimiz balıkçılardan biri de oydu...
Yorumlar
Kalan Karakter: