İZMİR VE SİYASAL BAŞKANLIK ( 2 )
Özer ATAÇ

Özer ATAÇ

İZMİR VE SİYASAL BAŞKANLIK ( 2 )

30 Mayıs 2016 - 14:33

İzmir yerleşkesi, enerjisi, insanı merkezinden  özgürlük, anayasa, başkanlık günceli değerlendirmeyi sürdürüyorum.

Öğrenmenin bitmeyen bedeli,

Muhalifi sevmek, ondan öğrenmek, onun yanlışından belirginleşmemiş, ortaya çıkmamış doğruya  ulaşmak; muhalifin doğrularından olası  aldanışların “ihtarı” bilmek…bunlar, salıvermesi  olmayan müfredat esaretinin   dertleridir.

Şimdi yurdumuzun gündeminde “türk tipi anayasa”;  sevk ettirici, dirayetli, diğergam, ataletsiz, vicdanlı, adil, adanmış, sorumlu siyasal başkanlık sistemi var. Bunca özel niteliği  bir arada bulmamız müşkül olabilir; fakat biz doğru bildiğimiz yolda yürümekle yükümlüyüz.

Anayasa, Siyasal   Başkanlık sistemi ihtiyacı,   imitasyon  gündem değil ; nesnel ve zorunlu  gündemdir. Çünkü dünyanın, insanlığın geldiği açmazlar sarmalı durum, eski alışkanlıklarla aşılamaz.  Parlamentonun solo icrasından, Siyasal Başkanlığın konçerto sunumuna geçme zorunluluğuyla yüz yüzeyiz.

Yasama, yürütme, denetim görevlerini üstlenmiş parlamento, tek şeritli yollarda seyir eden eski tip motorlu araçların ihtiyacını karşılıyordu. Sürtünmeli ulaşımın tamamen kullanımdan kalkmasına süre var; fakat gelinen nokta, toplumun ilerlemesi, küresel akışa uyumu  için bu  değişimi dayatıyor.

İstismar riski her zaman vardır,

Başkanlığın dünyada uygulanan  olumlu, olumsuz örnekleri gözler önünde.  Gelişmiş ülkelerde de Siyasam Başkanlığın özgürlükleri bastırıcı gelişimi engelleyici yetki kullanımı  riski var.  Aynı zamanda risk; ülke, toplumun ve ülkenin gelişmişlik düzeyi ile doğrudan bağlantılı. Gelişmişlik güveni değil, kontrolü esas alır.  Gelişmekte olan ülkelerde risk, gelişmiş ülkelere nazaran  daha belirgindir;  fakat bu riski alınmalıdır. Ülkelere, toplumlara   zamanın yol açtığı dönemler kısıtlıdır.  Etkili, adil liderle buluşan toplumlar,  riski alıp, geri kalmışlığın engelini aşmanın avantajını kullanabilirler. Akıl, bunu gerektirir.

Başarılı liderliğin önde gelen iki özelliği vardır;  sevk ve idarede.  Bu iki unsur, yukarıda açıkladığımız toplumsal  risk olan,  kontrolsüz buyurganlığı  taşıması,  toplumun  giderilen  ihtiyacına ve   kazanımlarına değer olmalıdır. Halkın tarihinden taşıdığı büyük deneyimleri  burada devreye girer. Tarihsel birikimi risk alınacak siyasal lideri “gözünden tanıyacak” zenginliktedir. Halk  liderini mevcut sorunlara verilen tepki,  karşı duruş, dirayet, öngörülerinin   başarı eleklerinden geçirip süzer.  Bu çok parkurlu deneme-yanılma pistidir. Halk desteklediği liderle bir çok şeye karşı konumunu değerlendirerek irtibat kurar.   Her olumlu ve olumsuz nicel değişimi liderliğe yazar.

Halkın beklediği katıksız hizmettir. Söz konusu katık, devletin oboziter eğilimlerini, gemi azıya alabileceği kurumsal donanımı karşılar.  Toplum ilişkilerinde  üstenciliğin oluşturduğu  bölücülük;  bölünmüş ırklar arasında beter karanlıklara yol açtığına dünyamızda  sürekli tanık oluyoruz. Üstencilik vebanın sosyalleşmesidir.   Tekrar eden başarısızlık, baskı, sömürü, ayrımcılık doğal öfke kanallarını besler; öfke önce kendine,  sonra en yakınındakine zarar verip yol yakar.

Batı ülkelerinde yerleşik parlamenter sistemler, büyük acıların, yetişilmeyen kapışmaların sonunda, tolerans keşfetmeleri boşuna değildir.  Batı parlamentoları bu toleransın “eseridir”. Dünyanın geldiği aşama, eski kapışmaların mutasyona uğradığı zamanlardır. Artık halkın seçtiği temsilcilerin oluşturduğu parlamentolar her şeye kadirliğini yitirmişlerdir. Hükümetler koalisyonlarla dumura uğramış, toplusal sevk ve irade bu uğramışlıkla işlemez olmuştur. Belçika siyasalı,  üç yıl hükümetin kurulmadığı dönemden geçeli çok olmadı.

Siyasi Başkanlığın karanlık yüzü buyurganlık, diktatörlük, keyfilik, negatif kayırmacılıktır. Peki, parlamenter sistemin karanlık yüzü yok mu? Görevini yapamadığı, atışmaların dışa vurulduğu, yönetim bürokrasiye bırakıldığı, etkili kararın ancak  fiili işgallerde alındığı edilgenlik, işlevsizliği yok mu?

Diğer taraftan,  biz  Türk toplumu olarak bu yapıya öykündük mü? Yönetimsiz, yönetemeyen;  sevk, irade etkinliğini farklılıkla değiştirmiş batı tipi parlamenter sistemi neden “edindik”? Çok basit. Endüstri ve kapitalin zorunlu takipçiliği sebebiyle. Saltanattın buyrukçuluğundan, parlamenter modele halkın özgürlüğü adına  “sığındık”.Şimdi yeni verilerle, yenilenme zamanı.

“bin çiçek açsın,”

Halk, vatandaş;  topluluk, millet, fert, birey…bu tabirler, insanın kısa,  uzun erimli beraberliğinde  yönetim tercihini bağlı olduğu topluluğa, atanmış veya seçilmişe teslim etmesi; ülküsünü,  aşkın amaçlarını gerçekleştirmek amacıyladır. İnsanın  sosyal varlık oluşu; bireyselleşme yolunu halkın içinde bulma zorunluluğunu önüne koyar.

 

Yüz rakamının türk tipi fazlalığı ifade etmesi için bin rakamına çıkarılmış arabaşlık, Mao Tzetung’un bürokrasiden, iltimastan, katı-tektip görüş dayatmasından bunalan Çin Kültür Devrimi’nin liderinin özür açıklamasının kapak sloganıydı; “yüz çiçek açsın, parti içi demokrasi yaygınlaşıp yüz fikir yarışsın”. (*)

“Yüz çiçek” serada yarışmaz; çünkü binlerce çeşit çiçeğin yarışması için doğal, verimli  ortam  gerektiği ifade ediliyor.

Çin halk Cumhuriyeti’nde zengin özgür katılımı ifade eden “yüz çiçek”, Türkiye’de “bin çiçek açsın” slogana karşılık gelir. Onlarca sene tanık olduğumuz ters süzmeli siyasi partiler yasası ve erksiz parlamenter sistemle “bin çiçeğin” açışına tanık olamayacağımız ortada.

Peki,  “ne yapmalıyız?”

Çokluğun güvencesi , sorumlu, vicdanlı, adil (evrensel hukuka uygun); gelişmeye, paylaşmaya, kolaylaştırmaya adanmış  güçlü iradesini dışa vuran Siyasi başkanlık ile ulaşılabileceği objektif aklın gereğidir.

Toptan tanımlarla mı? diyebilirsiniz, doğru tümel/çatı hesabı yapılmadan temel kazılmazmış. Konumuz  bu kapsamadadır.

Yetkilendirmede evrensel ilke yetki ile sorumluluğun eş olmasıdır. Kim ne yetki alırsa o yetkinin kudretine uygun hukuki  sorumluluğunu üstlenmelidir.

Vefa barajı

Sorgulanmaya değer insanlık “hastalığı”dır: Yüceltilen şeyler  dayatıldığında, giderek oluş amacını, ve dayatan iradeyi aşar, tüm oluşturucularının “öznesi” olur. Biriken paranın   eşik miktarı aşıp, yığınıyla sahibine hakim olması, niceliğin niteliğe dönüşüp özneleşmesi; yüceltmenin aşırısıyla  aynı kaderi paylaşıyor. Bu kader, etkenin edilgen, edilgenin etkene dönüşmesidir.

Önemli olan kişinin, öznenin varlığını sürdürmesidir. Bu birey olmaya   giden yoldur. Birey,  toplumsal dokunun niteliğini sağlayan, her biri diğeri kadar önemli yetkin iradi katılımın “düğümüdür”.

Toplumsal başarı, kazanç, yarar  dönemleri  toplumun dinamik devamı  için önemlidir. Toplumun “sahipleri”,  bu başarıları sürekli kılmak amacıyla   başarıyı sembolleştirmeyi vefa olarak bellerler.

Sonunda cansız olan semboller, canlı kılınamazlar.  Sembolleri diken sahipler, topluma dayattıkları  katılım gevşedikçe, dikitlere yaklaşıp   altında kalma riskini alırlar. Böyledir; devrim çocuklarının bıraktığı mirasın içyüzü. Bunun sebebi  başarının taklit edilmesidir. Oysa başarı yaşamış nesil başarıyı ve tüm risklerini içselleştirmiştir. Dışarıdan empoze edilen bütün düzelticilik, sabitliğin kelepçesiyle olacak farklı başarıları engeller. Toplumun önünde duran hedefe yönelik ateşlemenin hızı, toplumun içindeki değerlerin ötesinde, “sahiplerce” dışarıdan dikilen başarı sembolleri, sonraki hedeflerin eşiğini geçemez.

Ne olur?!

Avutur, avunur; yine yeniden  tekrar edilir. Toplum  sosyal avuntu toplumuna dönüşür. Gerçek ile bağı kopar, giderek yönetici elit tarafından gerçek hasım ilan edilir. En etkili savunma aracı cepheleşme, hamasiyat olur.

İnsana vefa sembollere vefaya dönüşür; çünkü yaşayan insan mutlak olarak, sembollerin öngörü, özveri, başarılarının varlığına koşullanır. Bütün toplumsal birikim, vefa;  sembollere ve onun temsil eden makamlarda toplanır. Artık toplum için her şeyin başlangıcı, olmazsa olmazı semboller ve ödenmeyecek vefadır.

Toplumun seçtiği yöneticiler; topluma verilen sözlerden asıl olanları gerçekleştirmek için sembollerin  vefa barajlarını  aşmanın yolunu bulmalıdırlar. Bu yol öncekini karalama değildir; bu yol geçmişin koşullarından değil, mevcut koşullardan beslenmesi gereken yoldur. Aksi takdirde, “ yerinde say!” emrine mahkum ordular, nesil  “yetiştiririz”.

Her iş için  olduğu gibi yerinde saymak, sayarak söylev vermek/dinlemek enerji gerektirir; fakat bu israf edilen enerjidir.  Bu tür toplumlar, şekilperestliğin tutsaklığından iş görmeye dönüşemezler. Kamu hizmetleri, serbest girişimler, idareciler, stk lar.. hepsi, bu yararsız dokuda yer tutar, israfa katılır.

(*) Fikir, çiçek. Üreyen, verimli, yararlı; değerli, geçici, yarara dönüştürülecek iki “yarı mamul”.İnsanda ve bitkiden neslini tüm cazibesiyle yaymaya çalışan organik sunum. İkisi de mamulün, meyvenin bir alt aşamasını, eşiğini, illetini temsil ediyor.” Çiçeksiz meyveler, mamuller;   zeytin, incir; kutsal kitaplar; insan ve bitkilerin vahye yönelik bağlantısı hepsi tümdengelim ve tüme varım işleyişinin işaret taşlarıdır.

 

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum