TARİKATLAR VAR OLMALI MI


Ak Parti hükümetlerinin yöneticilerinin inanç tercihleri nedeniyle dini organizasyonlar çok göz önüne
çıkmaya başladı.
Belki de ilk başlarda beklenen demokrasinin gereği olarak sunulan adalet ünvanı gereği parti bir çok
oluşuma destek verdi.
Bunun içinde Kürtler, başörtüsü, küçük marjinal gruplar, LGBT’ler ve diğerleri de sayılabilir.
Ancak parti tarafından atlatılan bir çok badireden sonra özellikle dini organizasyonlara çok fazla
katılım söz konusu oldu.
Belki de açılan alan gereği bu organizasyonlar insanlara ulaşarak taraftar sayısını artırdı.
Neticede siyasetin pragmatist geleneği doğrultusunda sağ partilerce oy deposu olarak kullanılan bu
yapılar artık Ak Partinin oy deposu oldu.
Bu çok tartışılacak bir şey değil.
Tüm örgütlü yapılar bir üst seçkinlerin kullanımına açıktır.
Kısa bir özet verecek olursak, Hoca Ahmet Yesevi marifetiyle Emevi ve Abbasi zulmünden kaçan
Türkler pagan inançlarının tevhid potasında eritilmesi ile Müslüman oldular.
Bu inanç geleneği Anadolu’da Hacı Bektaşi Veli öğretileri ile zirveye çıktı.
Ne vakit Yavuz Selim, Şah İsmail endişesi ile siyasi bir tercih yaparak Selefi öğretileri tercih etti, işler o
vakit karıştı.
Örgütlü bir tarikat olarak devletin ordusunu idare eden Bektaşilik bir anda asi oldu ve bir çok defa
padişah kellesi alacak isyana baş vurdu.
Çünkü çoğu defa Türk ekolü olmayan dini yapılar devlette kendine alan açtı.
Son üç yüz yıla damgasını vuran olaylarda böylece başlamış oldu.
Gelelim cumhuriyete, kurucu babalar bunun sürdürülemez olduğu inancı ile tüm yapıları tasfiye
ederken tepe organizasyon olarak DİB’i kurdu.
Yani yeni devletin tarikatı Diyanet İşleriydi.
1950 sonrası popülist politikalar bu yeni tarikatı dinsizlikle suçlayan ve resmi otoriteyi rakip gören
birçok yapının filizlenmesine yol açtı.
Laikçi politikalar gereği baskı altında olan bu yapılar çok fire vermeden günümüze kadar geldi.
28 Şubat zalimleri hatta bu yapıları o kadar masumlaştırdı ki tüm toplum katmanları artık onlarında
özgürlüğünü savunmaya başladı.
Son yirmi yıllık iktidar değişikliği ile para ve gücü de tadan tüm yapılar bir ganimet edası ile toplumsal
kaynaklara saldırdı.
Hükümet ne yazık ki bu konuda büyük acze ve sıkıntıya düştü.
Devlet idaresinde ki ilk başlarda olan yetersizlik gereği ve vaadleri doğrultusunda çok fazla alan açtı.
Sonraları da mecbur kaldı.

Baskıdan kurtulan ve bir tür kaynak zenginliğine ulaşan bu organizasyonlar asli ilke edindikleri
konuları bırakıp kendi aralarında rekabet ederken dünyevi cenneti de dağıtmaya başladılar.
Aşırı ve kontrolsüz büyüme bu yeni cazibe merkezlerinde iç denetimi de devreden çıkardı.
Sonuçta şeyhinden müridine hatırı sayılır sapmalar zirve yaptı.
Çünkü devletin resmi ve denetlenebilir tarikatları devre dışı bırakılınca boşalan alan talan edilir.
Bunun denetimini ya Türklerin Anadolu’ya göçünü sağlayan Horasan Erenleri, Alperenler gibi
yaparsınız ya da Cumhuriyetin kurucu babaları gibi DİB eli ile yaparsınız.
Kendi uydurduğu dogmatik kurallar ile lider sultasına terk edilen sahte cennetçi organizasyonlar şu
halde hala çok masum demektir.
Çok arzuladıkları hilafet ve kendilerince şeriat gelince kim bilir ne yapacaklar?
Özet olarak, tüm inançlarda olan bu klikleri asla yok edemezsiniz.
Hatta ehlileştirip Anadolu’dan uzaklaştırıp eski İstanbul’da olduğu gibi devletin hizmetine de
alabilirsiniz.
İdari ve mali denetim önemli.
Şeytanlaştırmak kimsenin faydasına olmaz.