Demokrasiyi anladık fakat yanlış anladık


Cumhuriyetin kuruluş yılları öncesinde ki bir takım denemeler dahil antik zamanlardan beri var olan demokrasiyi hem yanlış anladık hem de yanlış uyguladık.
Göçerlik sınıfından çıkıp sultanlar dönemine girdiğimiz Büyük Selçuklu’dan beri bu coğrafya her şeyi hep yanlış anladı yanlış uyguladı.
Üç sultana vezirlik yapan ve aslen Farslı olan Nizamülmülk sayesinde çok farklı anlayışa sahip olan Türk toplumu bu günlere kadar yaptığı bütün güzel kötü ne iş varsa ciddi yanlış anlamalar ile yapmıştır.
Verasetle devralınan sultanlığın egemen olduğu toplumda hele ki malın mülkün sahibi devlet olunca 1945-50 yıllarında aktifleşen çok partili sistem bile kendine has sonuçlar doğurmuştur.
Kısa günün karının peşinde olanlar tarafından sultanlaştırılan liderler yanlış yapma lüksünden ayrı , yanlışı bir alışkanlık haline getirmişler.
Halk ve tabandan kopuk liderlik tüm siyasi oluşumları çok dramatik şekilde tasfiye etmiştir.
Menderes, İnönü, Bayar, Demirel, Ecevit ve diğerleri.
Feodal ağalık kültüründen beslenen merkez sağ liberaller, tarikat ve cemaatlerden beslenen dinci partiler ve aslında gelenekçi devlet anlayışından beslenen solcular tam olarak bu kalıba uyar.
Buna bir istisna koyabiliriz.
Belki kabullenmeniz zor olacak  ama milliyetçi anlayıştan beslenen Ülkücü tabanının partisi son yirmi yıla kadar liderini ve yaptıklarını sorgulayan ve bunu itiraz olarak dile getiren bir anlayıştan beslenmekteydi.
Ne çare ki son yıllarda bizce malum nedenlerden dolayı bu yapı milliyetçilik iddiasında olan fakat köken itibarıyla Türklük kanbağından uzaklaşanların etkisinde diğer siyasi oluşumların sahip olduğu anlayışa sahip oldu.
Peki oldu da ne oldu?
Ne olacak sorgulanamayan liderlik diğer siyasi anlayışlara ne bedel ödettiyse onlarda o bedeli ödüyorlar.
Ben demokrasi anlayışını , özellikle dünyada günümüzdeki uygulama şekliyle hastalıklı bulanlardanım.
Geniş katılımla bir kerede seçilen azınlığın denetlenemez en az beş yıl kalması ve seçenler adına hareket etmesi büyük bir sapkınlıktır.
Onun yerine sürekli yenilenen sokaktan başlayıp mahalleden devam eden bir mikrodan makroya sürekli seçim anlayışı olsa daha makul olur.
Neyse biz bakalım bu güne.
Mevcut tüm siyasi oluşumlar beslendikleri kaynaklardan kurtulup ortak alan bulmadıkça biz, 23 Haziranda yaşanan seçime benzer ilginç, rövanşist, ego tatminine dönük zırvalıkları daha çok yaşarız.