ÖNCÜ DEĞERLERİN YAN ETKİSİ


Her dönemin, coğrafyanın milli, sosyolojik öncelikleri vardır. Bu önceliklerin biri diğerinden üstün olabilir mi? Görecelik  buna engeldir.

 

Öncelikleri koşullar belirler. Koşulların baskısının arttığı dönemler  etkisinde kalan  insanları  koşulların “buyruğundan” başka türlü düşündürmemesi normal karşılanır.  Milli değerleri birbirine karşı fakat her birinin diğerine üstünlüğüyle övünmesinin çelişkisi var mıdır?  Her milletin kahramanı kendi mi yoksa, küresel adanmışlıkların kıyaslanabilirliğini mi tercih etmeliyiz?



 

 

”Önce vatan” terimi bütün uluslarda günümüzde hala başattır. Ne yazık ki  yüz yıllardır insanlığın akan kanı, çektiği acı, kurumsal, bireysel entelektüel barış temennileri… diğerinin vatanına tasallutları  bitirmiş değil!?  Bunlardan soyutlanmış   insan tipi, dünyamız için en tehlikeli kişiliktir. Çünkü ortak fakat birbirinin yaratıcısı kahramanlıkları yok ya da israf sayar.

 

“Almanya, Almanya; dünyadaki her şeyin üstünde,” (Alman milli marşından).

“Kalkın, gözümüz kapalı düşşan topları üzerine ileri,” (Çin milli arşından).

“Zafer senindir, zafer senindir, senindir zafer, (Hindistan milli marşından).

“Ve Britanya halkı güdülmesin artık savaşla, “ İngiliz milli marşından).

“Sevgili vatandaşlarıyla, savaşın perişanlığı arasında ;yergi ve barışla kutsanan bu ülke,” (ABD milli marşından).

 

Obozite benlik

 

Günümüz dünyasında   vatan toprağının hala  her şeyin üstünde,  önünde anılıyor olması insanlık ailesinin yokluğuna kanıttır. Çünkü insan;  eril -dişil, erdem, paylaşma, vicdan, adalet, çalışkanlık, vefa, dürüstlük, yardımlaşma, zulme karşı olma… belirtilerin, uygulamalarının toplamıdır. Bu toplamı insandan beklenmesi, aklın gereğidir. Bunlara sahip olmayan insan biçimindekilere  ‘insan’ denilmeyeceği,   akıl sahiplerinin ortak kabuldür.  İnsanlığın medeniyet tanımlamalarında,  vatan savunmasının, korumasının hala başat kavram olması  sayılan insani değerlere yönelik, “içerden” tecavüzün varlığını göstermektedir. Bu tecavüzcülük iki cihan harbinden sonra küresel etkiye ulaşıp emperyalist tanımını kazanmıştır.Aynı şekilde,   “vatan” kavramının güncellenip güçlendirilmesinin sebebi de emperyalizmdir.

 



“Savunma”, bir aşama sonrası “koruma, kollama”; kazanılan savaşın,  “kurtuluş” değerine,  kayıpların  bir daha yaşanmaması, maliyetlerin  telafisi için özgün savunma modeli, söylemi  oluşturulur.Böylelikle milli hedefler doğrultusunda  düşmanlıklar dünyanın her yerinde ister istemez  tahrik edilir.  Geçmişe dönük anmalar geleceğin vizyonu olur.

 

Diğer taraftan şaşılacak arsızlığın parlatıcılığını, emperyalist cephede görüyoruz. Küresel  talancılar, tüm stratejilerini kendi halkının “seçkinliği” için refahı hak etmişliklerine inandırarak diğer ülke halklarının  kanlarını döker.

 

 

Diğerlerinin yerlerinden, yurtlarından etme; zenginliklerini talan etme, yönetimlerini kukla kılma, askerlerini emelleri için şehitliğe “ikna etme”. Böylece  yurtların “ormanları”   yaz yangınlarıyla  tanışıyorlar; tek tesellimiz yeni arsa alanları, orman ilgililerinin dikip sayılarını duyuracakları fidanlar.

 

Tasada, kıvançta; paylaşmada, yardımlaşmada  vicdani denge olmalı. Burası kürese talancıların insan dokusunda  dikkat ettiği nokta.

 

“Önce vatan” mahyası, toplumsal  koşullamadır. “Önce vatan” mahyasının  gerekçesi,  bitmeyen emperyalist saldırıdır. Bu mahya koşullamadır.  Tüm toplumsal  amaç, istek, hedefleri yönetir. Koşullama savunmanın çekirdeğini oluşturur. Kurtarılacak, savunulacak her şey onun etrafında yer alır.  .

 

Değişim

 

Emperyalist çağ değişerek devam ediyor. Değişikliklere baktığımızda  Anadolu işgalinden arta kalan “değerlerin” yeterince huzur vermediğine de tanık oluyoruz.  Eğitim, kalkınma, demokrasi, hukuk sağlık, güvenlik… hepsi ülke halkının huzur, mutluluk, gelişimi için önem derecesi yüksek  konular.

 

Küresel gerekçeler, yerel öncelikleri değiştirecektir. “Önce adalet”, “önce eğitim”, “önce güvenlik”, “önce üretim”…  bunlardan başa geçen değer, diğer değerleri kendine göre biçimlendirir.  Onların görece bağımsız  dokusuna, atkısına, ilmiğine, boyasına sızar, yerleşir.

 

Öne geçmiş, öncü değerlerin  altında sınıflanmış,  ikincil değerler ürettikleri yararları başlıktan bağımsız kılamazlar; hep öncünün, başlığın  ihtiyaçlarına göre  hizmet ederler. Bu kalıplamanın  “tavizsizliği”, öncü değerin diğer değişle, toplumsal koşullamanın gerekçesinin şiddetine bağlıdır.

 

Emperyalist saldırı şiddeti, ona direnen toplumsal öncü değerin şiddetini  yükseltirken;bu şiddeti  diğer alt değerlere  “tahakküm” olarak yayar.  Şiddetin artması  neredeyse her şeyi aynı şekle dönüştürerek değerlerin özgünlüğünü yok eder; aynı zamanda değerin işe yarar bağımsız yararını silikleştirir.

 

Yan etkiler, boyutlar

 

Direnmenin yönü, alanı vardır.  Direnen   “öncü değer”, etki saldığı  alanın bütün boyutlarındadır.  Bütün boyutlardan anlayacağımız,farklı, bireysel , kümesel beklentilerin aynılaşmasıdır.  Böylece “her şey” bir tek şeye amade olarak kabul ettirilir.

 

Hedef ve yönelen harekete geçtiğinde beklenmeyen faktörler ortaya çıkar. Hedefe yönelen her şeyin toplamı olarak yola çıkar. Bir müddet sonra yönelişinden, hedef ile temasından meydana gelen etkiler oluşur. Hedef, yöneliş üçüncüsü yan etkiler sarmalı biri diğerini küçültüp büyüyerek aralarındaki  “ilişkiyi” sürdürür.

 



 

Hedefin getirileriyle, yan etkilerin kayıpları süreç içinde daima ölçülür.

Hedefin durması halinde “götürecekleri” ile, yitimi için yapılan mücadelenin yan etkilerinin  zararlarında daima “denge “aranır. Bu “denge”, “kabul edilebilir zarardır”.

 

“Savaşım” dengesizleşip paradoksal hale geldiğinde, başka yol bulunur. “Başka yol”,   öngörülmeyen olarak bilinir. Boyutun zorlanıp , hesaplaşmanın amansızlığında, “dışarıdan” kolay kabul edilmeyen, sübjektif küme olarak bilinen “yeni boyut”  deneyiminden söz ediyoruz. Toplu tanıklığa  bu yüzden sübjektif küme diyoruz.

 

 

Şimdilerde ‘görev kusuru’ deniyor. Milli davalarda “telafisi imkansızlık” yoktur. “Gidecek başka ülkemiz yok!” inancının zorunlu(lu)ğu  budur. Yaşam zorunluluklar evreni zaten.

 

Emperyalist şiddet,  “görev zararlarını”, “yan tesirleri” geometrik olarak etkiler. Bu yüzden sonuçlar söylemde geometrikleşir. Kayıplarla , kazanılanlar  arasında “denge”  bulunmalıdır.

 

 

Vardığımız yer, “şiddet şiddeti doğurur” ortak kabulüdür.   Bitimsiz acıya  yitik kalpler, “kanı kan ile temizleyemezsin,” ile karşılık verse de küresel çapta acılar  sürer.   ‘Kelebek etkisi”, bu noktada hakimiyetini paylaşmaz!   Bu hakimiyette karşılıksız hiçbir şey kalmaz; her kes ettiğinin payını mutlaka alır. Neredeyse huzur içiriyor değil mi? İnsanlığın  zihni,  dinler olmadan bu kanıya kolay ulaşmadı.

 

Kapsama alanı

 

 

Yasaların, alt yasaların girişlerinde  “dayanak”, ardından “amaç”, “kapsam” başlıkları yer alır. Bu başlıklar, yasanın nerede. ne kadar “kullanılacağına”, “iş göreceğine” dair açıklamadır.

 

Önce dayanaktan başlanması konunun temel yasal dayanağına bağlanması ihtiyacından kaynaklanır.Konunun aslı T.B.M.M.nde gerekçesiyle ele alınıp çözümü için yasaya bağlanmıştı. Sonrasında ortaya çıkan eksikliklere göre alt yasalar üretilmiş,ihtiyaç sürdükçe alt yasa üretiminin süreceğini gösteriyor.

 

İkinci başlık çıkarılan alt yasanın “Amacı” ve “Kapsamı” dır. Amaçla kapsamın aynı başlıkta buluşturulması, hukuk düzeyi açısından önemli aşamadır. Amacı aşan, amacından çıkan yasal düzenlemeler, değdiği her şeyin yapısını olumsuz kılan kanserli hücreye benzer.

 

Yasal metinlerde “amacın”  “kapsam” ile aynı düzeyde anılması; “amaca ulaştıran her yolun mubahlığının” değil,  “amaca ilkeli ulaşımın” adil olacağını göstermek içindir.

 

 

Homojen yaşam

 

Adaletin insana özel olduğuna dair kabuller yanılgıdadır.İnsanın doğayla ayrılmaz bağı, akli yeteneklerinin farklılığı adaletin doğadan bağımsız “yalnız insan” için olduğuna dair büyük yanılgının yüzyıllardır kanlı “ikna” tarihinden geçerek bu günlere ulaştık. Hala ikna olmayan güçlülerin eziyet ve sömürüsüne muhatabız; nereye kadar mı?

Biz de diğer canlıları kendimiz gibi görünceye kadar: “Aşağıdakilere merhamet ediniz ki göktekilerin merhametini hak edesiniz.”

 

Çözümlememiz yasa biçimlerindeki bu “adil” çerçevenin, yasa içeriğinin de adil olacağı anlamı çıkarılması için değildir. Haksızlığın, adilliğin içinde yaşadığını, onu hasta etmek, eskitmek için var olduğunu göstermek içindir. Aksi takdirde, halkın ihtiyacını giderecek seçilmişlerin, parlamentosunda yaptıkları yasalara,  bürokrasi nasıl hakimiyet sağlar ki?!

 

Değerleri oluşturan etmenlerin yani gerekçelerin şiddeti değerlerin ömürlerine yönelik enerjiyi oluşturur. Fizikteki  ilk hızın görevi gibi. Gerekçeden değere aktarılan enerji değerin ömrünü oluşturuyorsa; değerin canlılığını korumak onu canlı tutmak değerin yaşattıkları daha kabaca söylersek “geçinenlere” görevdir.  Çok değerli şeylerin değerleri zamanla unutulması gerekçelerinin ortalarda görülmemesiyle bağlantılıdır. Kuru hatırlatma, anmalardan ziyade sahici gerekçelerin varlığıyla değerlerin varlığına yönelik bağ daha kalıcı hale getirilmesi bu gün en yararlı  yöntem olarak uygulanmaktadır. Böylece an’malar inandırıcı olur.

 

Tabii bu “ince” hesaplar yaşamın umurunda olmaz. Yaşam, kendi işlerliğine karşı;  hazırlık, planlama, hesaplama türü yaklaşımlar “sezdiğinde”, hesapsızlığını daha etkili kılmanın yollarını ortaya çıkarır. Çünkü yaşam rekabettir.

 

Değerin gerekçesinin şiddeti, değerin şiddetini; değerin şiddeti, alt düzeydeki değerlere  sirayeti yüzyıllardır  sosyal yapıları etkiliyor. Bedenimizdeki atar damarlar, toplar damarlar; bunların uzantıları kılcallar. Hepsi oluşmuş yaşam modelini sağlıklı sürdürmek için oluşmuş beslekler. Bu yaşam modeli karşı yaşamın beslenme   gerekçesinden den oluşmuş kalbin, yani değerin merkezinde yol alır. Her yaşam biçimi tüketilmekten tüketene evirilerek kendi biçimini, biçiminin değerlerini oluşturması;  onu tüketecek gerekçesine karşı sürekli mücadeleyi de zorunlu kılacaktır. Gelinen nokta,  gerekçe ve değerlerin amaç birliğidir.

 

 

Adalet

 

 

Öncü değerin etkisinin paradoksal olması, neredeyse  insanlığın kaderi. İnsanlık gelişim sürecinde   büyük sorunlara karşı oluşturduğu çözümler; sorunları unutturmayacak cinsten olumsuzluklar içermesinden söz ediyoruz.  Zorunlu olan dış sorun, zamanla  yerli  sorun haline gelir; buradaki tehlike sorunun “ilticasıdır”; içselleşmenin tanışıklığıyla  sorun kanıksanır.



Vatan toprağı işgal tehlikesine girip, halkın elinden alınma tehditleri  görülüyorsa,   “önce vatan”, “söz konusu vatan ise gerisi teferruattır” koşullamaları  öncü değerler olur. Halk tarafından kabul görür, gündemin önüne geçer.

 

15 Temmuz kanlı kalkışmasının yaşattıkları; durdurulmadığında yaşatabilecekleri düşünüldüğünde  “önce vatan” koşullaması haklı gerekçe kazanıyor.  Bununla beraber diğer değerlerin varlığının sürmesi, öne geçmiş değerin diğerlerine  “yük”  olmayacağını beklememeliyiz.

 

Adalet öyle yaman,öyle gerekli, öyle evrensel değer ki onun ayrımsız, sürekli olarak yerleşmesine kim hangi gerekçeyle engel, savsaklama, istisna uyguluyorsa bütün insanlığın yaşamına kast etmiş demektir.
Bakın tarihsel, güncel , olası sorunlarımıza hepsinin kökeninde bu ilkeye aykırı tutum, davranış, emir, tercih, talimat, uygulama vardır.
Madem insan en büyük değerdir; o değerin varlığı o değerin şartı olarak bilinmesi gerekir. İnsana yatırım mı yapacaksınız; peki, o halde önce adaleti her alanda anavatan toprağı gibi var edip yaşatalım. Bu tutum hibrit olmasını istemediğimiz insan varlığımızın ana dayanağıdır.